Çok Katmanlı Sanat ve Özgürlük Serüveni

 

Ozan Ünal, her eserinde izleyicisini sadece bakmaya değil, durup dinlemeye, satır aralarını okumaya ve hikayenin içine adım atmaya davet eden sanatçılardan biri. Yalnızca formun değil; kelimenin, çizginin, hayalin de heykeltıraşı.

 

Ozan Ünal’ı çoğunlukla bronza ya da taşa işlediği formlarla tanısak da sanat pratiği, farklı malzemeler ve disiplinler arasında sürekli gelişen, çok yönlü bir yolculuk olarak şekilleniyor. Desenlerinde ince bir düşünsel diyalektik, heykellerinde zamana meydan okuyan bir sabır, yazılarında ise bir şairin içtenliği var. İzmir’de başlayan bu yolculuk, çocukluk yıllarından süregelen gözlem yeteneği ile disiplinli bir tasarım yaklaşımının ustaca harmanlanmasıyla başlıyor.

İzleyen ve anlamaya çalışan bir çocukluk

Ozan Ünal’ın erken yaşlarda gelişen gözlem gücü ve anlam arayışının sanatsal serüveninin temel taşlarından biri olduğunu söylemek mümkün. “Sürekli gözleyen bir Ozan hatırlıyorum. Nesneleri izlediğim, saatlerce avucumda evirip çevirip seyrettiğimi hatırladığım anılarım var. Ya da mekanların ortasında durup yavaş yavaş dönerek her yerini izlediğim, bir şeyin neden orada olduğunu, başka bir şekilde de olup olamayacaklarını, kendimin orada olup olmadığımdan emin olmaya çalıştığım anlar hatırlıyorum.” diyen Ünal’ın çocukluğundaki o anlar belki de eserlerindeki düşünsel diyalektiğin ilk tohumlarını oluşturdu. Bu gözlem yolculuğu sadece soyut bir kavrayışla sınırlı kalmadı; dedesinin marangoz atölyesindeki dünyası onun gözünde devasa makinelerin ve işlenmiş ahşabın ritmiyle somutlaştı. Dedesinin makinelerle kurduğu ilişki ve kulağının kenarına koyduğu kurşun kalem sanatçı için bir ilham kaynağı oldu.

Sanatla ilk temas

Sanat yolculuklarında, “Çocukluğumdan itibaren çizdim, ilk heykelimi beş yaşında yaptım.” gibi, sıkça rastlanan hikayeleri hepimiz duyarız. Ancak Ozan Ünal’ın hikayesi, bu tür alışıldık hikayelerin ötesinde, daha samimi bir başlangıca işaret ediyor. Ünal, sanatla ilk temasının lise yıllarında gerçekleştiğini şu sözlerle anlatıyor: “Lise 2’deydim. Sınıfımıza başka okuldan bir öğrenci gelmişti. Başarılı bir öğrenci değildim; arka sıra haytalarından biriydim. O da öyle bir öğrenci olduğundan yanımıza; arka sıraya yerleşti. Bir gün derste bir şeyler çizmeye başladı. Heavy metal dinlerdik o zamanlar; o gruplardan birinin karakteri, bir fantastik figürdü çizdiği. ‘A, ne kadar güzel çiziyorsun.’ dedim. Elime kalemi aldım ve çizdim: ‘A, ben de çiziyormuşum.’ dedim.” Ünal’ın dönüm noktası olarak tanımladığı o keşif anı, çizgilerini özgür kılan ve sanat yolculuğunu harekete geçiren ilk kıvılcım oluyor.

İyi bir tasarımcı olmak için…

Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Grafik Tasarımı, sonrasında Moda ve Aksesuar Tasarımı eğitimi alan Ozan Ünal, üniversite yıllarında odağında tasarım olduğunu şöyle anlatıyor: “Tasarımcı olmak istiyordum. Grafik bölümünde iki boyutta hapsolduğumu hissettim. Bu konuda kendimi başarısız da buldum açıkçası. Üç boyutla mutlu olacağımı hissettiğim için Endüstriyel Tasarım okumak istiyordum ama benim okulumda yoktu bu bölüm. İzmir’den başka bir şehirde okuma imkanım da bulunmuyordu. Üç boyutlu tasarım eğitimi alabileceğim tek bölüm Moda ve Aksesuar Tasarımı’ydı; ben de orayı kazanıp okumaya başladım. Şu anda bu bölümün beni ne kadar şekillendirdiğini ve bana çok memnun olduğum bir vizyon kazandırdığını anlıyorum. Dediğim gibi, o zamanlar bunların hepsi iyi bir tasarımcı olabilmek adınaydı.” Üç boyutun sunduğu bu özgürlük, muhtemelen ileride heykel pratiğinde hayat bulacak bir farkındalığın ilk provası.

Tasarım ile sanat arasında

Üniversite eğitimi sırasında, hayatını sürdürebilmek için bir yandan da çalışan Ozan Ünal, garsonluk ve tezgahtarlıkla geçen birkaç yılın ardından kendini bir heykel atölyesinde buluyor. “Belediyelere meydan heykelleri yapıyorlardı. Atölye havasını çok sevdim ancak çıkan işler benim tarzımda işler değildi. Burada çalışırken işin tekniğiyle ilgili birçok şey izlemiş, öğrenmiş olsam da bir yandan da tasarımla ilgili önemli başarılar kazanıyordum. Herkes iyi bir tasarımcı olacağımı düşünüyordu. Ben ikisinde de mutluydum ancak ikisini de tam olarak kabullenememiştim sanırım. Tasarım yapmak istemediğimi anladım ancak yapmak istediğim sanat da bu atölyede çalıştığım şey değildi.” diyen Ünal, üniversiteden mezun olduğu günlerde karışık ve mutsuz olsa da içinde “başka bir ben”in şekillenmeye başladığı bir dönemi yaşıyor.

Deneyimlerle şekillenen yıllar

Okulun hemen ardından iş bulmak için önünde bir engel olmaması için askerliğini tamamlayan Ozan Ünal dönüşte, kendisini çalışkan ve yetenekli bulan bir hocasının tasarım ofisinde çalışma fırsatı buluyor. Birkaç ay süren tasarım işleri sonrası hocasının Karşıyaka’da açacağı, dekoratif çalışmaların yapılacağı atölye için aldığı ortaklık teklifinin artık faal olmayan bir atölyeye dönüşümünü, “Zaten çok seçme şansım yoktu o zamanlar. Bir arkadaşımız daha geldi ve üç kişi atölyeyi açtık. Önümüze çıkan her işi yaptık; duvar resimleri, çeşitli malzemelerle heykeller, seramik pano ve ürünler... Bir yıl sonra ortaklarım ayrıldı ve ben yalnız devam ettim. O süreçte yaptığım işlerin artistik bir değeri olduğunu düşünmesem de bana teknik ve malzeme bilgisi olarak çok şey öğretti. 12 sene sonra da ilk sergimi açtım ve bir daha bu tarz işler yapmadım. Atölye Pi kağıt üzerinde resmi olarak var ancak herhangi bir faaliyet göstermiyor. Kendi sanatsal çalışmalarım dışında dekoratif ya da sipariş bir iş yapmıyorum.” diyerek anlatıyor.

Çok yönlü sanat pratiği

Yurt içi ve yurt dışında “düşbozumu”, “yaz(-g-)ı”, “insan kara bir leke değildir”, “oyunbozan’, “tahteravelli”, “bir varlık bir yokluk”, “rüya anıdan sayılır mı?” gibi kişisel sergileri aracılığıyla sanatseverlerle buluşan Ozan Ünal, Karşıyaka’daki atölyesinde yazı, çizim ve heykel çalışmalarına devam ediyor. Sanatsal üretim sürecini ise şöyle tanımlıyor: “Sanatımın konusu ve tekniği beynimin farklı taraflarında çalışıp gelişiyor. Heykelin başına geçtiğimde ne yapacağımı biliyorum. Ancak çalışırken başıma gelen tesadüfi etkileri de gözlemlemeye devam ediyorum. Gözlemlerimi o an çalıştığım heykelde kullanmasam da üzerinde düşünüp bir sonraki heykelimde kullanabiliyorum. Yapmak istediğim heykelin konusu bana kullanacağım malzemeyi, boyutu, tekniği gösteriyor. Ancak bazen keşfettiğim yeni bir teknik ya da malzeme de bana bir sonraki heykelin konusunu verebiliyor.” Ünal bu açıklamasıyla, tasarım altyapısının sanat üretiminde esnek bir süreç yarattığını gözler önüne seriyor.

Malzeme ve teknikler 

Sanat pratiğinde malzeme seçimi, sanatçının kimliğinin ve üretim sürecinin ayrılmaz bir parçasıdır. Ozan Ünal’ın en çok tercih ettiği malzemelerin başında çelik ve paslanmaz çelik geliyor. “Kendimi en çok bu malzemelerle çalışırken kendim gibi hissediyorum.” diyerek malzemenin verdiği özgün aidiyeti vurguluyor. “Canım modelaj yapmak isterse -ki aslında metalle de modelaj yapıyorum ama- çamur yerine beton kullanmayı seviyor ve tercih ediyorum.” sözleri malzemeyle kurduğu farklı ilişkileri ortaya koyuyor. Ünal, atölyesinde ayrıca hassas bronz döküm süreci de yürüttüklerini, “İçeride hassas döküm atölyemiz ve ustamız var.” diyerek teknik altyapıyı oluşturduklarını, masaüstü boylarda heykellerden oluşan sergilerin atölyede döktükleri bronz heykellerden meydana geldiğini paylaşıyor. Bu malzeme ve teknikler, Ozan Ünal’ın çok katmanlı sanat dilinin yanı sıra, düşünce ve el becerisinin somutlaştığı yaratım sürecine işaret ediyor.

Sanatın dili

Bir sanatçının üretim biçimi, söylemek istediğini en iyi ifade edecek dilin kendisidir. Ozan Ünal, bu dili kurma sürecini şöyle aktarıyor: “Yapmak istediğim heykeli çizdiğim zaman, bunu hangi malzemeyle ve teknikle yapmam gerektiğini de düşünüyorum. Aslında daha içten söylemek gerekirse gözümü kapattığımda heykeli görüyorum. Heykel; malzemesiyle, tekniğiyle, boyu posuyla orada duruyor zaten. Bana sadece yapmak kalıyor.” Bu sözler, sanatçının üretim sürecinde zihninde canlanan somut imgelerle malzeme arasındaki eşsiz bağa ışık tutuyor.

Anlatım ve algı arasındaki ince çizgi

Ozan Ünal, sanatçının anlatımı ile izleyicinin hisleri arasındaki hassas dengeyi yıllar içinde öğrendiğini söylüyor: “Ben ‘anlatırım’, izleyici ‘hisseder’. Siz ne kadar ısrar etseniz de izleyici ne hissediyorsa odur.” Üretim sürecinde heykellerin çoğunlukla çizimler ve yazılarla iç içe geçtiğini paylaşırken, “Bunlar asla bir prospektüs değildir. Aynı anne babadan kardeşlerdir sadece. Bu çizimi görmeden, bu yazıyı okumadan heykeli anlayamazsın demek değildir. İzleyici bazen benim huzur içinde yaptığım bir heykele bakıp hüngür hüngür ağlar; bazen çok depresif duygularla yaptığım bir heykelin karşısında mutlu olup huzur bulur. Benim buna karışamadığımı öğrenmem uzun sürdü.” diyor Ünal. Sanatçıların “bir aracı” olduklarını kabul etmesinin de uzun zaman aldığını ifade ediyor.

‘Neysem neyim ama neysem o’yum’

Instagram biyografisinde “sculptor, painter, whatever…” (heykeltıraş, ressam ya da her neyse) ifadesini kullanan Ozan Ünal, sanat kimliğine dair net bir sınır çizmenin ötesine geçiyor. İlk bakışta sıradan ya da belirsiz görünen “whatever” kelimesi, aslında onun özgürlükçü duruşunu ortaya koyuyor. Bu ifadeyle aslında sadece sanatçılığını değil, bütün varoluşunu tanımladığını şu sözlerle anlatıyor: “Belirlenmiş kalıplar içine konulmayı sevmem. Kendimi illa bir şey olarak tanımlamayı sevmem. Heykeltıraşım, evet ama buna kısıtlanmayı istemem çünkü heykelden önce, çocukluğumdan beri gelen bir yazma ve çizme alışkanlığım var. Heykel sadece bir sonuç. Rekabeti hiç sevmem, sadece kendimle yarışırım. Kendimi çeşitli kalıplara sokup sonra çıkamayacağım bir hapis yaratmak istemem. Üretmeyi severim; beğenilmediğinde de, anlaşılmadığında da. Heykeltıraş ya da ressam ya da yazar olarak tanımlanıp tanımlanmamak da çok umurumda değil açıkçası; ‘whatever’ o yüzden var orada. ‘Neysem neyim ama neysem o’yum.’ demek benim için.” Sanatçının kendine dair özellikle son cümlesi, onun sanat üretimindeki özgürlük arayışını ve kimlik algısındaki sınır tanımazlığı özetliyor.

Gelecek sergi

Ozan Ünal’ın gelecek sergisi, “Rüya hissi süsler, hafıza anıyı” 21 Ekim’de İstanbul’da bulunan Hüsrev Kethüda Hamamı’nda sanatseverlerle buluşacak. Sanatçının üç yıldır hazırlandığı sergide çelik, paslanmaz çelik, beton ve bronz döküm 30’dan fazla heykeli sergilenecek. Sergi hazırlık sürecinde Ünal’ın çizdiği, yazdığı her şeyi içeren eskiz defteri ise 300 edisyon olarak izleyiciyle buluşacak. Serginin temasına dair 25 dakikalık bir kısa film de sergi boyunca izlenebilecek. “Gerçeğin inşası” temasıyla sıralı olarak çalıştığı serinin üçüncüsü ve sonuncusu olan “Rüya hissi süsler, hafıza anıyı” adlı sergideki işlerini Ozan Ünal, “Malzemeyi kendi renkleriyle kullanmayı severim aslında ama birkaç heykeli renklendirdim bu kez. Sonrasında değil, öncesinde renklendirdiğim plakalarla çalıştığım heykeller.” diyerek anlatıyor.

Paylaş

Çok Katmanlı Sanat ve Özgürlük Serüveni